ÖZEL RÖPORTAJ: Mehmet Ali Topcu
İsmail Yıldırım Kimdir?
Kayseri Kocasinan Höbek köyünde 1960 yılında dünyaya geldim. Çocukluğum dağların ardına gizlenmiş elektriği suyu yolu yordamı olmayan Höbek köyünde geçti, ilköğretimimi bu köyde tamamladım.
Hollanda’yla nasıl tanıştınız?
Bilindiği gibi Hollanda ile Türkiye arasında 400 yılı aşkın tarihsel, kültürel ve ticari bir geçmişimiz vardır, benim ise 5 yıllık tarihsel 46 yıllıksa fiziksel olmak üzere toplam 51 yıllık bağlantım var. Tarihsel deyince 1968 yılında çoluğunu çocuğunu yukarıda bahsi geçen dağların ardında gizlenmiş bir köyde bırakıp ailesinin geleceği için Hollanda’ya işçi olarak ilk gidenlerden olan, fedakâr babalardan bir babanın evladıyım. Bu dönemlerde Avrupa’ya çalışmaya giden ilk büyüklerimizin içinde iş kazası vs sebeplerle hayatlarını kaybettiklerine ve köye cenazelerinin geldiğine birçok kez şahit oldum. İletişim imkânlarının neredeyse yok denecek kadar az olduğu bu yıllar benim için her gelen cenaze için acaba babam mı dediğim acı dolu 5 yıllık Hollanda ile çocukluk tarihimdi.
Hollanda’ya ne zaman geldiniz ve ticaretle ne zaman tanıştınız?
1973 yılının sonunda kış mevsiminde aile birleşimi nedeni ile babamız, 5 kardeş ve annemizi Hollanda’nın Zwolle şehrine getirdi, bu şehre gelen ilk Türk ailelerindeniz. Kardeşlerimin hepsi küçük olduklarından dolayı ilkokula gittiler, ben ise yaşım itibarı ile LTS’den başlamak zorundaydım ancak Hollandaca bilmediğimden dolayı birkaç gün sonra el kol hareketleriyle, sen önce Hollandaca öğren de gel dediler böylelikle okul hayatım çok kısa sürdü. Babam 5 vardiya çalışıyordu, ona yardım etmek ve aynı zamanda kendi cep harçlığımı çıkarabilmek için; evimize yakın bir yerde tren yolunun koruma direkleri indiğinde otoyolda oluşan trafikte araçların camlarını silip bahşiş almaya başladım. Wijkagent (semt polisi) gelip gidip şaşkınlıkla bana bakıyordu, Hollandaca bilmediğimden el kol hareketleri ile burada ne yapmaya çalıştığımı öğrenmek istiyordu ve beni aldı polis bürosuna götürdü. Bu birkaç sefer yaşandı. Bu arada annem beni ikaz ediyor, aman oğlum dikkat et hapse atarlar, diye. Ama ben devam ediyordum.
Bir gün o polis beni polis bürosuna değil şehrin dışında bir benzin istasyonuna götürdü. Yani orası tehlikeli bu işi orada yapma burada yap dercesine. Bu istasyonda hizmetim karşılığı bahşiş usulü ile çırak olarak çalışmaya başladım. İki yıl boyunca iyi bir disiplin altında çalışarak mükemmel bir hizmet verme anlayışı ile cam silmenin yanı sıra Hollandacayı da öğrendim. Kar ve fırtına sebebi ile işlerin kesat olduğu bir mesai gününün ardından payıma düşen 2 florin bahşişle eve giderken bisikletten düşüp ayağa kalktığımda ağlayarak “Ya Rabbi bir gün burayı almayı bana nasip eyle” diye ettiğim duayı bilseydim ki Rabbim kabul edecek daha kendisinden neler istemezdim ki! İstasyondaki bu son mesai günümün ardından evimize yakın çalışabileceğim düşüncesi ile şehrimizdeki tüm istasyonları araştırmaya başladım, şehir merkezinde bir istasyonun sahibinin yaşlı biri olduğunu keşfettim. Bir gün bu istasyon sahibine cam silmedeki hünerimi göstermeyi ısrarlı bir şekilde kabul ettirdim. Bu konudaki yeteneğimi gören istasyon sahibi muhterem beni işe almayı aynı zamanda bahşişimin yanı sıra maaş da vermeyi taahhüt edip işçi alma formunu doldurmak için kimlik bilgilerimi istedi. Bu heyecanla bisikletimle eve koşturup pasaportumu alıp evden çıkmak isterken masanın üstündeki annemin demlemiş olduğu çayın kazayla ayağıma dökülmesi üzerine yanan ayağımı sargı bezleri ile sarıp o haldeyken yarım kalan formu doldurmak için istasyon sahibinin yanına gittim. Ayağımı sargılı bir şekilde gören istasyon sahibi hastaneye gitmem gerektiğini söyledi, kendisine önce yarım kalan işçi alma formunu tamamlayıp öyle hastaneye gitmek istediğimi söyleyince, şaşırıp yarım kalan formu doldurmaya devam etti. Bu sırada yaşımın 15 olduğunun farkına varıp benim çalışmamın kesinlikle yasak olduğunu ve okula gitmem gerektiğini söyleyince, benim ısrarım ve gözyaşlarım karşısında adamcağız “yaşın 16 olunca gel seni işe alacağım” sözünü verdi. Bunu bir fırsat bilip önce ayağımın yanıkları tedavi olduktan sonra, Türkiye’ye dönüp yaşımı bir yaş büyütüp takriben 40 gün sonra istasyon sahibinin karşısına geçtiğimde niçin geldiğimi sordu. Bende siz demiştiniz ya “yaşın 16 olduğunda gel” diye. Adamcağız “ama sen henüz 15 yaşına yeni girmiştin” dedi. Elimdeki belgeleri gösterip şuan yaşım 16 deyince istasyon sahibi şaşkınlıkla ama sözünü tutup beni işe aldı.
Yaşım 16 olduğu için bu benzin istasyonunda ilk yıl 4 gün çalışıp 1 gün okula gitmek zorundaydım. Temel eğitimime Hollandacam yeterli olmadığı için ders yılı boyunca tüm yazılılara “Ik Türk ik niet begrijpen” diye yazdım. Malum ders yılı sonunda diplomalar dağıtılırken benim adım okunmadı, kantinde sona kaldım, beni o halde üzgün gören okul müdürü yanıma gelip “gel İsmail senin diploman benim masamda” dedi ve beraber ofisine geçtik. Zarfın içerisinden çıkardığı diplomada sadece ismim yazıyor geri kalan bilgiler boştu. Gülümseyerek kalemi alıp benim tüm sınavlarda yazmış olduğum “Ik Türk ik niet begrijpen” kelimesini diplomama yazıp, İsmail sen verdiğini alıyorsun diyerek Hollanda’daki ilk ve son diplomamı takdim etti.
İlk benzinliği alış hikâyenizi anlatabilir misiniz?
Yıllar nasıl geçti anlamadım, Azim ve şevkle çalışırken bir gün patron yanıma geldi. Bu işi hakkıyla yaptığımı gördü ve yanık ayağımda sargı bezi ile geldiğim ilk günü bana hatırlatıp bir gün bu istasyonu almayı hak edeceğini ta o günden gördüğünü belirterek bu mekânı bana devretmek istediğini söyledi. “İçindeki çoğu eşyaları bana hediye edeceğini diğer taşınmazlar için 22 bin florin istediğini belirttikten sonra bu bedeli kredi çekmek için hemen hemen dolaşmadığım banka kalmadı. 22 bin Gulden borç alacağız, kimse vermiyor! Sordukları tek şey “Business Plan”, onunda ne olduğunu ben bilmiyordum. Sonunda babamın maaşının geldiği bankadaki yöneticiye babamla birlikte gittik, bu adam benimle bir saat konuştuktan sonra “ben insanın beynine, yüreğine ve kişiliğine bakarım. Ben sana inandım, baban kefil olsun 22 bin guldeni veririm” dedi. Böylelikle 1 Mart 1981 yılında çırak olarak çalıştığım bu istasyonu satın almayı Allah bana nasip etti. İstasyonu satın aldıktan sonra okulu bitiren kardeşlerim yanıma geldi. Kardeşlerimle güçlerimizi birleştirip Zwolle’de bir aile şirketi oluşturduk. Önce adım ‘Gastarbeider’, sonra ‘Turko’, sonra ‘Allochtoon’, sonra ‘Turkse Hollander’ oldu. Bu arada yıllar çok çabuk geçti araç muayene istasyonları, oto bakım ve satış merkezleri, Çin restoranları, benzin ve LPG istasyonlarımızın sayıları çoğaldı, Almış olduğum akaryakıt istasyonlarının en özeli ise bir zamanlar az önce bahsettiğim polisin beni götürdüğü bahşiş karşılığı çalıştığım istasyondur. Allah sene 1991de temeli bahşişlerden oluşan sermayem ile bana bu istasyonu almayı nasip etti. Tabii ki burada özel olan benzin istasyonunu almam değil adeta aldığım çocukluğumdu…
Hayalleri gerçekleştirmek adına azmin gücü sınırsız düşüncesi ile yatırımlarımız başka sektörlerde de devam etti. Hatırı sayılır şirketler arasına girerek en sonda ‘YILDIRIM’, adıyla marka olmayı başardık Elhamdülillah. Her zaman barışçıl oldum kendime kimseyi düşman edinmedim, herkeste olduğu gibi benimde başarımı ufak tefek kıskananlar oldu, ancak kıskananların attığı taşlardan dahi kale yapmak benim eserimdir.
LPG’yi Türkiye’ye ilk tanıştıran kişi olduğunuz doğru mu acaba?
Bir Hollandalı 40 yılda gitse başka bir ülkeye yine de Hollandalı olarak kökünü korur. Dolayısıyla ülke sevdası insanın içinde bir uhde olarak kalır. Bu hiç bir şeye benzemez, hele de bizdeki. Bizim gibi bir milliyetçi bir insan, köyde eşeğin üstünden inmiş gelmiş bir insan. Bu sevdayı kimse bilemez. Bu sevda uğruna 1994 yılında ilk İstanbul’la tanışmamda otel lobisinde okuduğum bir gazetenin kupüründe dönemin Büyükşehir belediye başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği röportaja göre İstanbul’daki hava kirliliğinin yüksek boyutlara ulaştığını ve bu hava kirliliğinin önlenmesi için doğalgazın geleceğini ve bu kirliliğin önemli bir kısmına trafikteki araçların sebep olduğunu okuyunca aklıma ilk gelen LPG nin bir çözüm olabileceğiydi, bu gazete ile Hollanda’ya dönüp Türkiye de araçların LPG’ye dönüşümü ile ilgili köklü bir araştırma yaptım. Türkiye pazarında da yapmış olduğum araştırmalar sonucunda LPG akaryakıt ürününün Türkiye için zaruri bir ihtiyaç olduğu kanaatine vardım. 1994 yılında başlamış olduğum fizibilite çalışmalarının ardından 2000 yılına kadar Hollanda mevzuatı ve teknolojisi ile Türk pazarını buluşturarak bugünkü Türkiye akaryakıt piyasasında mevcut olan Lpg ve Lpg sistemlerinin pazarının Edirne’den Kars’a kadar temellerini atmış oldum.
İjsselstein Belediyesi filminden bahsedebilir misiniz?
Avrupa ve Hollanda genelinde olumsuz ekonomik krizin yaşandığı ve finans merkezlerinin kredi musluklarını kapattığı bir dönemde (2006 yılında) Utrecht bölgesinin İjsselstein şehrinde büyük bir yatırım gerçekleştirdim. Incibation (kuluçka) tarzındaki ISM Bussiness Center adında kurmuş olduğum merkezde renk, dil, din ve ırk ayırt etmeksizin hayali olup ta imkânları olmayan kişilerin şirketleşerek hayallerini gerçekleştirmesine vesile oldum. İnsanlığa yatırım yapmış olduğum bu projemle birçok yerel yöneticilerinde büyük takdirini toplayarak, İjsselstein Belediyesinin sosyal sorumluluk projesini de ISM Bussiness Center’e dahil ettik. Benim bu örnek davranışım sebebi ile 2009 yılında “Ijsselstein 700 jaar oud-Arnold Tijdreizer” sinema filmi çekimlerinin bazı bölümlerini bizim ISM Bussiness Center’de çekmeye karar verdiler ve 4 kez bana rol verdiler. Belediye bizim işyerimizi ‘Onurlu-Örnek İşyeri’ olarak lanse etti.
Yaşamınız süresince çeşitli ödüller aldınız değil mi?
Evet, çok başarı ödülleri aldım, ancak ticari hayatımda başarının kişinin hayatta ulaştığı yerle değil başarıya ulaşmak için üstesinden geldiği engellerle ölçüldüğünü anladım. Bu anlamda unutamadığım ilk ödülüm; 1985 yılında ‘Yılın En Çok Akaryakıt Satan Benzin İstasyonu’ ödülüne layık görüldüm. Ödül alanlara İspanya tatili hediye ettiler. Herkes takım elbiseli işadamları, aralarında en genç benim ve tek Türk’üm. Kimse bana yakıştırmıyor böyle bir şeyi. Ödül töreni Den Haag’da kongre merkezinde oldu. Ödül alanları podyuma davet ettiler, ilk defa bir mikrofona konuşuyorum hatta binlerce kişinin karşısında. Sunucu “Yılın en çok satış yapan istasyonu ödülünü sen aldın bunu neye borçlusun?” diye sorunca çok heyecanlandım, o anda aklıma geldi ve söyledim; ‘LWI klanten’larına borçluyum dedim, bütün salon sakinleşti ve kimse bir şey anlamadı. Sunucu “Bu ne demek?” diye salonda bulunan ödül kazanmış diğer benzin istasyonları sahiplerine sorduğunda ise salon ve podyumdakilerden her hangi bir cevap alamayan sunucu aynı soruyu bana yönelterek konuyu açıklamamı istedi bende; ‘Lucht, Water en Informatie’ dedim. Bu müşteri kitlesi, para vermediği halde güleryüzle ve tatlı dille almış olduğu bedava hizmet karşılığında memnun kaldığı için bir daha geldiğinde benzin alan müşterilerden aldığım volume lerden kaynaklandı dedim. Bu söz bütün Texaco’ların kitabında yazar hala.
Sonraları iş hayatımda yılın en iyi iş adamı ödülleri, en çok yakıt satan istasyonlar ödülleri, Triple AAA ödülleri, Hollanda Türkiye arasındaki ticari girişimcilik vs. ödülleri aldım. Ama hiç unutamayacağım ve en özel ödül ise ISM Bussiness Center’deki başarıya ulaşmasına vesile olduğum esnafların 50.yaş günümde bana vermiş oldukları ‘Baba Yıldırım’ ödülüdür.
Farklı sektörlere yelken mi açıyorsunuz?
Ömrümün son baharında bütün tecrübemi ve alt yapımı çocuklarımın namına seferber ettim. Allahın ve kanunun yasakları dışındaki her sektör benim için bir iş sahasıdır, benzinci olarak başlayıp Hollanda ve Türkiye’de bugüne kadar yaptığımız değişik sektörlerdeki yatırımların yanı sıra bugünlerde Hollanda’da sağlık sektörüne eğitimlerini tamamlayan çocuklarımla birlikte adım attık. Ülke genelinde şubeleşmek için girişimlerimiz devam etmektedir. Unutmayalım ki her başarının ardında görünmeyen müthiş bir emek olduğu gibi başaralı bir iş adamının arkasında sağlam bir eş ve aile vardır.
Siyasete atılmayı düşündünüz mü veya teklif aldınız mı?
1981 yılında ilk istasyonumu açtığım zaman işletme diplomam olmaması sebebi ile kalıcı işletme ruhsatı alamıyordum, istasyonuma sürekli gelen üst düzey bir politikacı olduğunu bildiğim bir hanımefendi müşterim bana sürekli geçici işletme ruhsatları alıyordu. Bir gün yine ruhsat uzatma işlemini yaparken halen kalıcı işletme ruhsatını almadığımı kendisinin yakında emekliye ayrılacağını ondan sonra bu işlemleri kimin ve nasıl yapacağını bana sorduğunda boynumu büktüğümü gören bu hanımefendi ertesi gün elinde getirdiği birkaç formu (henüz ne olduğunu bilmeden) beraber doldurup imzaladım. Birkaç gün sonra evime gelen evraklardan anladım ki artık VVD politik partisinin bir üyesi olmuşum. Elimden tutarak sürekli toplantılara götüren bu zatı muhterem beni benzinci oğlu olarak bütün particilerle tanıştırıp, samimi ilişkiler kurmamı sağladı. 1981 yılından beri bu partinin üyesiyim, bu hanımefendi bana bir şey öğretmişti: “İsmail ara sıra boyun bükmek, omuz çekmek, yeterli olduğu müddetçe sakın ola ağzından hiçbir şey çıkarmayasın” bende bana öğretilen bu felsefe ile 1985 ile 1994 yılları arasında İstanbul’a gidene dek partimde aktif oldum. Bugüne dek halen partimin şeref üyesiyim. Bu arada Hollanda ve Türkiye’de aktif siyaset teklifleri aldım. Ticaretin ağır bastığı ruhumda “bir koltuk altında iki karpuz taşınmaz” anlayışı ile ticaretime ağırlık verdim.
İki ülke arasındaki ilişiklerin daha da iyiye gitmesi için neler yapmalı?
Hollandalıların bir atasözü var, ‘İki kişi kavga ettiyse, ikisi de suçludur’. Biri az biri çok bu önemli değil. Fakat biri bu kavgaya engel olabilirdi, fedakârlık yapabilirdi! Bizim Hollanda’yla 400 küsur yıllık tarihsel/ticari/dostluk ilişkimiz var. Sorunun bir parçası olmak yerine çözümün bir parçası olmak felsefesi ile dostlukların nice yüzyıllar süreceğine inanıyorum. Hollanda ve Türkiye’nin karşılıklı yatırımları göz ardı edilmemelidir. Yanı sıra biz buraya misafir işçi olarak geldik, benim gibi nice esnaflar burada yetişmiştir ve şuan bizim Hollanda ekonomisine olan katkımız da göz ardı edilmemelidir. Bugün artık Hollandalıyla evlenen Türk kızlarımız var. Hollandalı kızlarla evlenen Türk erkeklerimiz var. Bizler artık dostluğunda üzerine çıktık. Daha ileri geldik. Artık biz et tırnak gibi olduk. Bugünden sonra kavga etmek değil, gönülleri fethetmeliyiz. Burada bize ve işadamlarına, sivil toplum örgütlerine ve özellikle gençliğe çok işler düşüyor. Gençlik deyince bakmayınız ak düşmüş saçıma, halen sol göğsümde 8 silindir motor çalışıyor-J-J)Girişimciliğimin yanı sıra sevilen bir kişiliğim olduğu için her yerden davet alıyorum. Ben önyargısız bir insanım. Hani derler ya, ‘Davet edildiğin yere git ar etme, davet edilmediğin yere gidip dar etme.’ Türk STK’larının yanı sıra Hollanda kurum ve kuruluşlarında, işadamları federasyonlarında, hatta Rotary kulüplerinde aktifim. Elimden geldiğince her zaman her doğru niyetin arkasında duran bir anlayışımla biri ana vatan diğeri ikinci vatanımız düşüncesi ile her iki ülkenin arasında köprü vazifesi üstlenip çıkarlarına katkı sağlamaya çalışıyorum.
Bu kadar koşuşturma arasında kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?
Evet, sosyal hayatıma, aileme ve çocuklarıma zaman ayırdığım gibi hobilerime de zaman ayırıyorum, çocukluğumdan beri piyano çalarım. Piyanistim ve ilk kez size açıklıyorum. 35 yıldır hiç piyanosuz evim olmadı. İkinci hobim yağlıboyayla resim yapmak, ressamım. Hollanda’nın en popüler ressamlarından bir müşterimi resim dersleri vermesine ikna ettim. “İsmail, gözler alır kalbe verir, kalp bütün vücuttaki organları yönlendirir. Marifet elde değil, marifet kalbinde” derdi.
Piyano hocasına gelince… Gençliğimde bir kıza âşık olmuştum. Yaşım 17 – 18, kız Hıristiyan. Annesi babası asla bir Müslüman’la olmasını istemiyor. Benim babamda Müslüman ve asla bir Hollandalıyla beraber olmamı istemiyor. Sevdiğim kızda müthiş bir piyanist. Yıllar sonra içimde uhde kalan bu piyanoyu öğrenmeye karar verdiğimde yaşlı Hollandalı bir teyzeden (Tante Wil) dersler aldım. İlk dersimde “İsmail ruhunla çal piyanonun içine girmelisin” dediğinde bu tahtanın neresine gireceğime şaşırmıştım. Gerçekten ruhumla çalmaya başladığımda ne demek istediğini anladım. Ruhu dinlendirmek için güzel sanatlarla ilgilenmek yerinde olur. Ayrıca gençliğimde tenis oynadım, Badminton oynadım. Şimdi de bol bol yürüyüş yapıyorum. Okullarda okuyamadığım için sahada rastladığım hocaların paçalarına yapışarak pratik olarak hem hobi hem de diğer eğitimleri aldım.
Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?
“Zengin bir kalbin yoksa servetin zavallı bir dilencidir”
Bu konuda toplumdan ne aldığın değil topluma neler verdiğin önemlidir. Bu anlayışla yapılan ticaretle, evrende her yerde olacağı gibi kural ve kaidelerle doğruluk ve dürüstlük ile yapıldığı takdirde büyük bir başarı elde edileceğini mutlaka onaylarsınız, bunları içeren hiçbir aktivite duyarsız olamaz. Ticarete yeni atıldığım zaman bir babanın oğluna vasiyetini okumuştum, “Oğul doğduğunda biz gülerken sen ağlıyordun ömründe öyle bir ticarete atıl ki yaşamın boyunca yaptığın dürüstlük, güven ve itibar sayesinde öldüğünde sen gülerken herkes ağlasın.” Bu sözlerden aldığım hayat felsefem bana her zaman bir ışık olmuştur. Bundan dolayı genç işadamı kardeşlerime ve benden sonraki neslime aynı öğüdü vermek isterim unutmayalım ki; dürüstlük, güven ve itibar her nerede olursa olsun kainatta kapladığımız alan için ödememiz gereken kira bedelidir.
Tabii ki gelişen teknolojinin içerisinde arzu ve istekler arttıkça sevgi, yardım ve paylaşımlar azalmaya başladı, 46 yıllık Hollanda ikametim ve 38 yıllık ticari hayatımda çok şeyler yaşadım, Hollanda da öğrendiğim tecrübem ile Türkiye’de de başarıyı yakaladım. Dünyada paylaşılması en zor olan şey bir insanın ülkesini paylaşmasıdır, bana bu imkanı verenlerin içinde, benzin istasyonuna götürüp kaderimi belirleyen polis, başarımın temel eğitimini veren bu istasyonun sahibi muhterem, 16 yaşında gel deyip te 16 yaşına 40 günde giren bir çocuğa sözünü tutup işe alan muhterem, 1 florin nafakamı her sabah vermek için temiz olsa dahi camlarını temizleten taksi şoförleri, adamın yüreğine bakan bankacılar ve beni benzinci oğlum diye politikacılarla tanıştıran hanımefendidir. Köyümden buraya gelmek çok uzun bir yoldu ama Zwolle’ye geldiğim günden bu güne dek yardımını esirgemeyen tüm Zwolle’li ve Hollandalı dostlarımla karşılaşacağımı bilsem bu engebeli yolları hiç düşünmeden onlarca kez geriye dönüp baştan yürümek isterdim, derken yine bir yerden okuduğum bir söz aklıma geldi “ölüm döşeğinde yatan bir hastaya sormuşlar, Hayatı yeniden yaşama imkanın olsa nasıl yaşamak isterdin diye – derinden bir ah çekerek, ‘olmak isteyip te hiç olamadığım kişilik olarak yaşamak isterdim’ demiş. Yukarıda bahsettiğim kişiler gibi, örnek olmayı örnek davranışlarınızla, adil olmayı adil davranışlarınızla, cesur olmayı cesur davranışlarınızla yaşamanız dileğiyle saygılarımı sunarım.